Antonio Riello ile Bir Söyleşi
Bu yıl Çanakkale Biennial’i 27 Eylül – 2 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirildi. Dünya savaşının 100. yılı vesilesiyle savaşa katılmış bütün ülkelerle çağdaş sanat aracılığı ile etkin bir iletişim ve işbirliği oluşturmayı amaçlamış olan uluslararası Çanakkale Bienali’ne bu sene katılan İtalyan sanatçı Antonio Riello ile sanat hayatı, eserleri ve bienal hakkında bir söyleşi gerçekleştirdik.
Bize kendinizden bahseder misiniz? Sanatçı olmaya nasıl karar verdiniz?
Bu soru için bir çok sanatçının vereceği klişe bir cevap vardır: derler ki: “Bu benim yapabileceğim tek iştir.” Bu açıklama benim için de geçerlidir. Sanatçı olmak bir nevi iyi huylu bir hastalıktır (veya meslektir, bakış açısına göre değişir), ve kişinin bakışını, düşünce biçimini ve yaşama bakışını etkiler. Benim için herşey 16 yaşında, Paul Klee’nin “Tunus’a Yolculuk” adlı kitabını okurken başladı. O anda karar verdim, bir sanatçı olmalıydım. Ruhen kendimi bu kitapçığa hala çok yakın hissederim.
Sanattan önce bir bilim adamı ve kimyager olmak için eğitim aldınız; sizce, bu sizi şu anda yaptığınız işe hazırladı mı?
Evet, aslında kimya alanında ki geçmiş deneyimlerim benim sanata yaklaşımımı etkiliyor bir yerde. Özellikle de üretimi planlarken ve çalışma düzenimi organize ederken… Sabah 8’de çalışmaya başlarım ve akşam 6’ya kadar düzenli olarak çalışırım. Akşamları meşgul olmayı çok tercih etmem.
Eserlerinizde birçok farklı teknik kullanıyorsunuz: boya, heykel, tasarım, fotograf, yerleştirme ve video kurguları. En çok hangi tekniğe yakın hissediyorsunuz? Hangisi sizce sizin mesajlarınızı daha iyi yansıtıyor? Eserleriniz hakkında genel olarak bize ne söylemek istersiniz?
Rönesans döneminden bir Floransa’lı sanatçı edasıyla yanıt vermek isterim bu sorunuza (kibirli yaklaşımım için lütfen beni affedin), herhangi bir sanatsal yaratıda ben her zaman ‘proje’nin en büyük önemi taşıdığına inanırım. Yani ben merkezde fikrin/ konseptin olduğunu düşünürüm, teknik de buna göre belirlenmelidir. Bu durumda malzeme konsept çerçevesinde anlam kazanır, tersi değil. Her mental yaratının kendine özgü bir tezahürü vardır (gerçeklik ve mevcudiyet anlamında). Seramik, çizim, cam, hazır nesne, video, yeni medya, boya olması sadece bunun bir biçimidir.
Sizce, sürekli değişmekte olan bu dünyada her zaman çağdaş kalabilecek bir sanat türü var mıdır?
Teknolojinin yüksek kullanımda olduğu bu devirde, muhtemelen en az eskime riski taşıyan teknikler en geleneksel olanlardır. Desenler ve yağlıboya resimler mantığa aykırı görünseler de, bugün en güvenilir, en esnek tekniklerdir çünkü teknolojinin sürekli değişiminden etkilenmezler.
Bienale katılmaya nasıl karar verdiniz? Kavramsal çerçevesi size ne ifade ediyor?
Karar vermekte zorlanmadım çünkü küratörleri önceden tanıyordum ve ciddi bir küratoriyel çalışma ve organizasyon yapacaklarından hiç şüphem yoktu. Nitekim, katıldıktan sonrada yanılmamış olduğumu anladım. Coğrafi ve tarihi anlamda Çanakkale Boğazı’nda çok özel bir birliktelik ortaya çıktı. Kaçınılmaz ve kaçırılmaması gereken bir şey idi bu. Sadece savaş hatıralarının anısına düzenlenmiş bir “kutlama” değil; aksine çağdaş sanatın ihtilaflı ve can sıkıcı tarihi olaylar üzerinde neler düşünüp, ne önerilerde bulunacağı üzerine bir yoklama idi adeta. Kendi kendini tekrar eden değil aksine zeki bir mizah, keskin açılar ve dramatik hisler barındıran bir yoklama.
Bienallerin hedefledikleri amaçlara ve hedeflenen izleyicilere ulaştığına inanıyor musunuz?
Sanatsal açıdan bakıldığında kesinlikle başarılı olduklarını söyleyebilirim. Buna örnek olarak, Çanakkale Bienali’nin tam anlamıyla hem hakiki, hem de resmiyetten uzak olduğunu söyleyebilirim. Bienaller günümüz kültürünü tam olarak yansıtırlar. Suni ve resmi tavır içinde değildirler, malzemenin özüne değinen, yer aldıkları mekâna özgü keyifli bir ışık ve yaklaşım barındıran etkinliklerdir. Kaç izleyicinin bienalleri beğendiğini ve kaç kişinin ziyaret ettiğini bilemem ama Çanakkale benim için bir çok bakımdan harika ve şaşırtıcı, sürprizlerle dolu bir deneyim olmuştur.
Daha evvel Türkiye’de eserleriniz sergilenmiş miydi?
Evet, 2005 senesinde İstanbul’da BORUSAN kurumunda, “ENGAGED IN RECREATION” adlı sergide, 2008 senesinde Elgiz Müzesi’nde “THE DAWN OF TOMORROW” adlı sergide ve 2006 senesinde ilk Sinop Bienali olan SINOPALE’de Karadeniz kıyısında eski bir Osmanlı hapisanesinde yer almıştı.
Sanırım Elgiz Koleksiyonu’nda ki eserinizi biliyorum, sergide yer alan ‘A Desperate Attempt of Vice to become Virtue’ isimli eserinizdi? Bundan başka eserleriniz de var mıydı sergide?
Eserlerimin yer aldığı serginin adı “THE DAWN OF TOMORROW” idi ve Italyan Çağdaş Sanatını tanıtmak için İtalyan küratör Vittorio Urbani tarafindan kurgulanmıştı. Sergide 2 eserim yer aldı:
1) POLITBURO isimli 14 fotoğraftan oluşan bir fotoğraf enstalasyonu ve,
2) Bahsettiğiniz gibi “A DESPERATE ATTEMPT OF VICE TO BECOME VIRTUE” adlı bir fotoğrafım (bu eser sergi sonunda Elgiz Koleksiyon’una eklenmişti). Bu fotograf bir kaç sene evvel Londra’da realize ettiğim bir enstallasyonun fotografı idi. Roma’daki Arenayı andırıyordu bir tip arenaydı ve gazinolardan ve kumarbazlardan alınan oyun kartları ile yapılmıştı. Bu şekilde kötü bir şey olan kumar toplum yararına bir mimariye dönüştürülmüştü.
İnşaası oldukça sıkıntılı oldu, (hiç yapıştırıcı kullanılmadı), 3 kişilik bir ekip 1 hafta boyunca üzerinde çalıştı.Gerçek bir deneyim idi, sonucunda ise sanatsal bir ‘mucize’ çıktı ortaya! Sanatçılar mucizeler gerçekleştirebildiklerini gösterebilmeliler zaman zaman, bu bir yerde onların görevi!
Çanakkale Bienali’nde sergilenmiş olan ‘Zarif Savaş’ isimli eserinizden bahsedebilir misiniz?
“Zarif Savaş” isimli (sponsorla yapmış olduğum) projem, 1915 senesinde katliama uğramış askerler tarafından kullanılmış başlıklardan esinlenerek yapılmış 6 büyük desenden oluşuyor. Bu alışılmışın dışında bir yaklaşım, değişik tekniklerle yapılan bu desenlerin değindiği şey ise şiddet, isyan ve savaşın görsel çekiciliği. Finansal bir destekçinin sanal mevcudiyeti (kurumsal marka) savaşlarda dahi gerçeklikten uzak veya tuhaf değil, aksine mantıklı gelmeli (özellikle medya ve iş çerçevesinde). Para savaşın var oluş sebebidir derler, maalesef bu bir gerçek, savaş her zaman büyük finansal kaynaklar peşindedir.
Genel olarak eserlerinizi nasıl tanımlarsınız?
Adeta bir ceviz kabuğu içerisindeymiş gibi; bir sanatçı olarak, Panofsky’nin tabiri ile, genel dikkati “Zamanımızın sembolik biçimine” yönlendirmeye çalışıyorum. Görsel üretimin her safhasında yaygınlaşmış ve durdurulması mümkün olamayan bir entelektüel belirsizlik ve karmaşıklık mevcut. Bununla kastettiğim ise: iyi ve kötünün geleneksel sınırlarının bulanıklaşmış durumda olmasıdır. Keşke şu teknoloji harikası GPS ahlak pusulası olarak da işe yarasaydı, ama bunun mümkün olamayacağını artık anlamamız gerekiyor.
Sizce sanat bugün geçmişle mi, gelecekle mi ilgileniyor?
Korkarım ki daha çok geçmişle ilgilenebiliyor, geleceğin öfkesi ve plansızlığıyla başa çıkamıyor çünkü. Gelecek çağdaş sanat için bile zorlayıcı ve hile dolu.
Dünya sanatının gelişimi ile ilgili neler düşünüyorsunuz? Olması gerektiği yerde mi? Varoluş amacına ulaştı mı?
Sanat en eskiye dayanan sosyal kontratlar arasında yer alıyor. Yani Eflatun’un çizdiği çerçevede betimlediği gibi insanlardan bağımsız bir kurgu değil. Tam aksine, her toplumda var olan din, finansal ve insani ilişkiler gibi insanlar sayesinde mevcudiyet buluyor. İnsanlık için şüphesiz benzeri olmayan bir seferberlik, bazen şevkli ve soğukkanlı, bazen daha az zekice ve silik. Burada bahsi geçen gerçek sanat değil, sadece insanlığın serüvenine müdahale etmeye çabalayan sürekli ve çelişkili bir düzen arayışı. Rahat veya belki de rahatsız bir görgü tanığı.
Günümüz estetiğini nasıl betimlersiniz? Eskisi gibi değerli midir yoksa bugün farklı kaygıları mı var?
Günümüzün ‘estetik yoğunluğu’ daha ziyade internette veya akıllı telefonlarda mevcudiyet buluyor. Güncel sanat bu durumla aşina olmalı. Tabii, benim gibi, farklı sanat eğitimi ve formasyonu almış insanlar için bu durum bir nevi meydan okuma olarak görülebilir. 1996 senesinde bu yeni medyayı keşfetmek amacı ile ‘İtalyanlar cesur insanlar’ isimli, video animasyonu ile kurgulanmış bir eser yapmıştım.
Eserlerinizde ki en önemli özellik nedir? Nasıl bir estetik anlayışı arayışındasınız?
Bir estetik gözlemleyicisi konumumu korurum ve estetik ve etiğin zehirli birlikteliğine olan ilgimi canlı tutmaya çalışırım hep.
İzleyicilerinize nasıl bir mesaj vermek istersiniz?
Üzerinde çalışmakta olduğum projem ‘Be Square’ ile gurur duyuyorum. Sanat müzelerinin “görünmez hayatı”, yani insan faktörü (müze personeli) ile ilgili bir proje. Tüm müze ekibi için yeni malzemeler ve kıyafetler tasarlıyorum; ve projeyi uzun, kolektif ve spontane bir performansa çeviriyorum. Sanatçılar için genelde nesne ve mimariden çok insani ilişkiler daha çekicidir. ‘Sanatsal üniformalar’ sanatı, kimliği ve sanat kurumlarını düşünmek için ilginç görsel bir yöntem önerebilirler. Bu projemi NewCastle/Gateshed’de, Viyana Kunsthalle’de ve Torino’da GAM’de gerçekleştirdim.
Hegel’in Efendi ve Köle diyalektiğine inanırmısınız?
Kesinlikle hayır. Ama çağdaş sanat güncel jeopolitik çerçevesi kapsamında etkili bir araç olarak görürüm. Sanat işlevsiz değildir, aksine oldukça güçlü bir söylemi vardır.
Sizce eserlerinizi gözlemlerken izleyici nasıl bir güce sahiptir?
İzleyicinin özel bir gücü yoktur. Sadece şunu bilmesi gerekir ki sanat gücün ortaya çıktığı biçimlerden bir tanesidir. Güç genelde gözle görünmez, korkusuz ve dokunulmazdır. Sanat bir anlamda onun daha gerçek olmasına ve cisimleşmesine sebep olur. Sanat ve güç çoğu zaman aynı şeyin farklı halleridir.
Full article: http://www.artfulliving.com.tr/sanat/antonio-riello-ile-bir-soylesi-i-1264